zen ya da chan diye anılan asya ve japonya kaynaklı öğretiler, batıya bir felsefi anlayış olarak kitaplarla tanıtıldı. daisetz. t. suzuki bu konuda ingilizcede yayınlanan ilk kitabı yazdı. kimi batılı felsefeciler de açıkça konuyla ilgili yazdılar ya da zen’i yazılarında açıkça işlemeden, bir düşünce ya da oluş tarzı olarak kendi felsefelerine yansıttılar. Heidegger , Sartre, Husserl gibi. şimdi uzun uzadıya konunun tarihine girmeyeceğim, bu konuda yığınla kitap var, onun yerine, çok şanlısınız, bu konuyla ilgili kendi özgün anlayışımı sizinle paylaşacağım.
okuduğum onca kitapta rastladığım bir kaç cümleden anladığım kadarıyla zen, sadece belirli bir bedel karşılığında üye olduğunuz özel bir mekanda, yaşam tarzınızda o güne kadar alışık olduğunuzun dışında özel bir biçimde (lotus ya da seiza) belirli bir süre oturmak değildir. zen, “gerçek kendiniz” diye adlandırılan, bir yerlerde gizlenmiş şeyi aramak da değildir. zen o an neyle uğraşıyorsanız sadece ona yoğunlaşmak, onu ciddiye almak, ve sadece o işle ilgili duyularınıza yönelmektir, bu da batılı yaşam tarzına genellikle pek uygun değil.

bir iş yaparken diğer bir işle ilgilenmek ya da en azından onu planlamak veya geçmişe ilişkin bir şeylerle aklımızı meşgul etmek, örneğin yürüyüş yaparken akşam yemeğini ya da bir arkadaşınızla yaptığınız görüşmeyi düşünmek, yemek yerken televizyon izlemek; özellikle de önemsiz görülen ama gerçekte yaşamsal önemi olduğu farkedilmeyen işleri (yemek yemek, elini yüzünü yıkamak gibi) alelacele geçiştirmek gibi davranışlar batılı hızlı yaşam biçiminin parçası olmuş.

bir iş yaparken zihnimizi başka şeylerle meşgul ettiğimiz zaman sanki başka yerlerde geziyoruz. “orada” olduğumuz anlar çok az. bazen bir şeyi yapıp yapmadığımızı hatırlamayız bu yüzden. kapıyı kilitledim mi? fişi çektim mi? çünkü zihnimiz başka yerdedir o işleri yaptığımız sırada. bir takım amaçlarımız vardır, hep onların peşinde koşarız, onları düşünürüz. “o an”da hep olmuş şeyleri veya olacakları düşündüğümüzde de aslında yaşamamış oluyoruz. o anda ölüyüz ya da uykudayız. hayatımız da o anların toplamı olduğuna göre, ne zaman yaşıyoruz acaba?

batı uygarlığı zihinsellik üstüne kurulur. zihinsel şeyler hep yüceltilir. bedensel ve elle yapılan işler aşağılanır. zihinsel/bedensel arasında sanki kesin bir sınır çizilebilirmiş gibi. özellikle modern dönemden sonra zanaatlar da yok olunca aşırı soyutluk ve zihinsellik/kavramsallık batı uygarlığının en temel özelliği haline geldi. bunu yazarken bir çelişkiye düşmek kaçınılmaz, şu anda kullandığımız yazılı iletişim de son derece soyut ve kavramsal olduğunun farkında olarak kullanılması gereken bir iletişim biçimi. zenjiler (zen ustaları) yazılı iletişime hep kuşkuyla yaklaştılar. bu yüzden, bedensel ya da sanatsal bir uğraş aracılığıyla, zen’i öğretmeyi yeğlediler. çünkü zen oluş (being, etre, sein) biçim(ler)idir(?) (zen şudur budur demek de bir çelişki, o yüzden soru işareti koydum.) kavramsal anlatımı zorlayarak zen’i anlatmaya çalıştığımızda anlaşılması zorlaşıyor, yani ifade aracımız işe yaramaz hale geliyor. duyuları tamamen dışladığı için, aslında çok yetersiz, duyuları körelten bir iletişim aracı. bu yüzden zen’den etkilenen batılı düşünürler, yazılı kavramsal anlatımdan çok konuşmaya ya da edebiyata yöneldiler. (bkz. heidegger, sartre)

zihnimiz çoğu zaman, olan biteni açıkça deneyimlememizi de, o anı doğrudan yaşamamızı da engelleyen bir perdeye, bir parazite dönüşür. önceden edindiğimiz önyargılar, gördüğümüz şeyi algılayışımızı da, davranışımızı da değiştirir. örneğin doğaya bakışımız: batılı egemen anlayışa göre doğa kullanılacak bir hammadde deposudur, kendi içinde bir değer taşımaz. zaten hemen hemen hiç bir şey, hatta yaşam da kendi içinde bir değer taşımaz bu kafaya göre. her şey bir amaca, bir sonuca yönelmelidir, yoksa anlamsızdır. okula gitmek diploma alıp, onu paraya ve güce tahvil etmek içindir. çalışmak da aynı mantıkla yapılan zorunlu bir şeydir. zen içinse amaçlar ve sonuçlar değil, yol yordam (oluş/eyleyiş hali) önemlidir.

kendi hayatınızda zen’i anlamak ve uygulamak isterseniz, o anlarda sadece orda olmayı deneyin. yaptığınız iş ne olursa olsun, ona yoğunlaşın. okumak-yazmak, dans etmek, biriyle sohbet etmek, ders anlatmak, matematik problemi çözmek… her ne olursa. çoğu iş de zaten aklınızın ve duyularınızın başka yerlerde gezmesini affetmez. müzik yapmak gibi sanatsal uğraşlar örneğin.

“günlük uğraşlarım hiç de alışılmadık şeyler değil, sadece onlarla doğal bir uyum içindeyim.
hiç bir şeyi kavramıyorum, hiç birşeyi gözardı etmiyorum.
doğaüstü bir güç ve olağanüstü bir çaba: su çekmek ve odun taşımak”
Layman Pang-yun (740-808)

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz